
ALADAĞLARCİMBAR VADİSİ ALMAN ROTASI, DEMİRKAZIK DAĞI DOĞU DUVARI, PARMAKKAYA GÜNEY YÜZÜ VE YILDIZBAŞI ZİRVE TIRMANIŞI
FAALİYET ADI:Aladağlar Alman Rotası, Demirkazık Dağı Doğu Duvarı Tırmanışı, Parmakkaya Güney Yüzü Tırmanışı, Yıldızbaşı Zirve Tırmanışı
FAALİYET TARİHİ:30 Haziran 2003 – 16 Temmuz 2003
FAALİYET TEKNİK SORUMLUSU:Akif Öztürk, Murat Sevindik
İZLENEN ROTA:Alman rotası (Kızıl Çatlak), Demirkazık Doğu Duvarı, Parmakkaya Güney Yüzü.
HAVA DURUMU: Oldukça sıcak ve güneşli.
FAALİYETE KATILANLAR:
Akif Öztürk
Murat Sevindik
DETAYLAR:
30 Haziran 2003 – 00:30 : Avcılar’ dan hareket.
Uzun zaman öncesinden yine bir Aladağlar faaliyetinde kararlaştırdığımız faaliyetimiz ilk önceleri garip garip fikirlerden, bana hala acayip ve kimileri imkansız gelen bir takım planların toplamından oluşuyor ve yaklaşık 20 gün sürecek faaliyetimiz duvar tırmanışlarını, birkaç trans geçişleri ve bazı zirve denemelerini içeriyordu. İkimizden başkasının bu kadar zamanını bu işler için ayıramayacağından olacak, faaliyetimizin ilk 15 günlük kısmında yalnız kaldık. 15 gün boyunca iki kişi kalmanın ne denli zor iş olduğunu bilmiyor değildik ancak kulüp arkadaşlarımıza kavuşacak ve onlarla faaliyet yapacak olmanın motivasyonuyla katlanabiliriz diye düşündük. Aylar öncesinden psikolojik ve fiziksel olarak hazırlandığımız faaliyetimizin teknik hazırlıkları ne yazık ki ve her zaman olduğu gibi son günlere kaldı.
Zaten ekonomik koşulların felç ettiği faaliyet hazırlıkları, kişisel bahtsızlıklarımızın da desteğiyle tam bir imkansızlık haline bürünmüştü. Örnek vermek gerekirse; olmayacak iş ya, Türkiye’de ayağıma uyacak numarada, yüksek irtifada kullanabileceğim bir ayakkabı bulamamak nasıl olur?.. Halbuki türlü mümkünatsızlığa rağmen parasını bir şekilde biriktirmiştim. Yine asker postalına talim kaçınılmaz oldu. Bir başka örnek olarak da İstanbul’da su torbası bulamayacağımızın söylenmesi sanırım ne denli bahtsız olduğumuzun güzel bir göstergesi sayılabilir. Ayrıca, tüm ümitlerimizi bağladığımız, yol paramızı kazanabileceğimiz işin son anda iptal olması, Murat’ın terler içinde hazırladığı çantasının daha ilk metrelerde kopup dağılması, Niğde’ye otobüste yer bulamayışımız vs. bunlar hoş ve faaliyete motive edici şeyler olmasa da ve hatta son gün faaliyet hakkında konuştuğumuz herkesin kıllandıra kıllandıra kendinize dikkat edin, bir tarafınızı kırmayın, sakatlanmayın, sağlam dönün gibi gayrı teşvik edici sözleri, keza kız arkadaşımın benim hislerim yanılmaz, başınıza bir şeyler gelecek, rüyamda gördüm gibi faaliyete gideceklere son anda katiyetle söylenmeyecek sözlerine inat, moralimiz yerinde, yapacağımızdan, başaracağımızdan en ufak şüphemiz olmadan Cimbar’a doğru yola çıktık.
Faaliyetimiz çeşitli aktivitelerin kombinasyonu şeklinde olduğu ve sayıca yetersiz kaldığımız için ikiye bölünen malzemelerin kişi başına düşen ağırlığı 40 kiloya yakın bir ağırlığa tekabül ediyordu. Bu da sanırım Murat’ın çantasının daha ilk metrelerde dağılmasını ve evden otobüse yürüdüğüm 1 km’ lik mesafe sonunda bacaklarımın gövdeme birleştiği eklemlerinden çıktığını sanışımı oldukça açıklıyor. Faaliyet sonunda yapmış olmayı umduğumuz işler içinde duvar ve alpin spor rota tırmanışları, Demirkazık doğu yüzü, Parmakkaya çıkışı, bazı kuzey yüzü çıkışları ki bunlar için bazı yerlerde buzul pasajların geçişi de var, zirve tırmanışları, uzun mesafeli translar, kamp, bivaklama hatta uygun ilk fırsatta yüzmek de olunca, bu işlerden az çok anlayan herkesin tahmin edeceği gibi ortaya taşıması güç bir ağırlık çıkıyor ki bunun sebebi çadırdan mayoya, frictiondan sandalete, kazmadan krampona, tulumdan bivaka, teknik malzemelerden çift ocak, 20 günlük yakıtı ve yiyeceklere, telsiz, kask, iki ip, tencereydi tavaydı derken iki büyük ve iki de küçük çantaya ancak sığdırabildiğimiz malzemelerden kaynaklanıyordu.
Sürüncez ya, müstahak ya, Niğde’ye Ankara’dan aktarmayla ancak gidebildik. Komplesi uykuyla geçen yolculuktan sonra sabah 07:15 de Ankara’ya vardık. Muavin arkadaşların yaptıkları yorumlardan bir kez daha anladık ki çantalar harbiden ağır. Daha işin başından sakatlanmayalım diye önce ısınma hareketleri, çantayı kaldırma talimi yapıp çanta bir yerden başka yere gidecekse ancak bunlardan sonra taşıyoruz. Ankara’dan Niğde’ye, otobüsün tam ortasında oturduğumuz koltuktan arka tarafta hemen her koltuk başına bir çocuk düşmesi, ayrıca yetmezmiş gibi tam arkamızdaki çocuğun konuşamadığından dolayı ne hikmetse devamlı bağırması, saçımı, boynumu mıncıklaması doğal olarak yolculuk konforunu ve kalitesini düşürdü. Ancak ne bunlar ne de yolda tanık olduğumuz feci trafik kazası faaliyet şevkimizi azaltmadı. Zorluklara karşı gerdiğimiz göğsümüz sayesinde tek parça ve akıl sağlığımızı koruyarak saat 13:15 ‘de Niğde’ye vardık. Bu faaliyette şans yüzümüze güldüyse eğer Çamardı dolmuşunun Demirkazık Köyünden geçmesi sayılabilir. Çantaları dolmuşa yükledik ve kalan 1,5 saati son birkaç ihtiyaç temini ve giderimi için kullandık. Önce bir türlü tartamadığımız çantalarımızın ağırlığını bilebilmek için 3 milyona bir pazarcı kantarı sonra da 1 milyona, eğer kurcalamazsak bizi bir ay idare edeceğine garanti verilen bir saat aldık ve karnımızı doyurup Çamardı’ya doğru yola koyulduk. Dolmuş bizi Cimbar Vadisinin ağzında indirdiğinde önce Dağ Evinin dibine kurulmuş çadır kenti sonra da Orklar gibi kayalara tırmanan gençleri gördük ve dolmuş şoförünün “iş yapıyorlar sanki!” yorumu eşliğinde kalabalık federasyon ekibinin de Cimbar’da olduğunu anladık. Cimbar çatalındaki çadırın yakınlarına kamp atarken aşağıdan gelen iki arkadaşın sıcak karşılamasıyla komşu olduk ve Cimbar tırmanma bahçesindeki alpin spor rotalar hakkında yüzeysel bilgi edindik.
Cimbar kanyonunda Recep İnce’ye ve Hasan Hüseyin Boğaz’a rastlayışımız faaliyetimizin daha ilk gününden planlanan dışında gelişmesine vesile oldu.
Benim haberimin dahi olmadığı, Murat’ın ise Cimbar’dan her geçişinde hayranlıkla baktığı, bir gün tırmanmayı umduğu, Cimbar çatalının karşı yüzündeki çatlakların meğer tam da bize uygun olduğunu ancak Recep abiyle konuştuktan, onun yorumlarını dinledikten sonra anladık. Birkaç gün kaya çalıştıktan sonra başlamayı düşündüğümüz faaliyetimize tam bu noktada, XI + dergisindeki guide’daki ismiyle 33 numaralı, 240 metrelik Alman Rotasını çıkmaya karar vererek değişik bir yön verdik. Gerek çataldaki kampımızdan dürbün ile rotayı izleyerek gerekse rotayı daha önce denemiş, hakkında bir fikre sahip olan ve o an Cimbar’da olan Recep abiden aldığımız bilgi ve destekle tırmanışa hazırlandık.
02 Temmuz 2002: ROTA BİLGİSİ
Ömer B. TÜZEL’in Aladağlar kitabında belirtildiği kadarıyla rotayı 1988 yazında Martin BRUGER ve Martin KRAWİELİCKİ açmıştır.
Rota:Aladağlar, Cimbar Vadisi Çatalı,Alman Rotası
Çıkış Yüksekliği: 250 metre
Çıkış Süresi: 7 saat 37 dakika
İniş: Arkadan Cimbar Kanyonuna, 55 dakika
Malzemeler: Çift ip, sıkıştırma takozları(stopper, friend, vs.), 12 express, perlon bantlar, kask, karabinler, friction,
Derecesi ve Rota Bilgisi: 1. İp Boyu, 35m, IV,V- , Takoz / 2. İp Boyu, 30m, V, Takoz / 3. İp Boyu, 40m, VI, Takoz / 4.İp Boyu, 30m, VII, 3 Bolt+Takoz / 5. İp Boyu, 45m, VII+, 3 Bolt+Takoz / 6. İp Boyu, 35m, VI+, 2 Bolt+Takoz / 7. İp Boyu, 35m IV, Takoz*
İstasyonlar: 1. İstasyon büyük ağaç, 2. İstasyon Takoz, 3. İstasyon Mağara, 4. İstasyon üç sikke, 5. İstasyon Çift bolt, 6. İstasyon Tek Bolt
*Rotayla ilgili bilgiler kesin olmayıp dereceler karşılaştırmalarla yaptığımız tahminlere dayanır. Bolt sayıları kesin değildir,eksik veya fazla olabilir.
Not: Rotayla ilgi Öztürk’e ulaşan guide ve Doğan’dan bize ulaşan rota bilgisi: Rota adı: Sarı Çatlak, Rota uzunluğu: 250mt, Rota 20 boltlu1. İp Boyu 5c, 2. İp Boyu 6a+, 3. İp Boyu 6b+, 4. İp Boyu 6c, 5. İp Boyu 6b, 6. İp Boyu 6a.. Doğan Palut’un tahminine göre yaptığımız bu rotadaki ilk Türk çıkışıymış.
Yirmi gün olarak planladığımız Aladağlar faaliyetimiz, Kaldı ve Demirkazık’da çeşitli duvar ve sırt tırmanışlarının yanı sıra Yedigöller-Emli transı da dahil olmak üzere Cimbar Vadisindeki alpin spor rota tırmanışlarını ve birkaç klasik zirve denemesini içeriyordu. Faaliyete başladığımız Cimbar kanyonunda Recep İnce’ye ve Hasan Hüseyin Boğaz’a rastlayışımız faaliyetimizin daha ilk gününden planlanan dışında gelişmesine vesile oldu.
Benim haberimin dahi olmadığı, Murat’ın ise Cimbar’dan her geçişinde hayranlıkla baktığı, bir gün tırmanmayı umduğu, Cimbar çatalının karşı yüzündeki çatlakların meğer tam da bize uygun olduğunu ancak Recep abiyle konuştuktan, onun yorumlarını dinledikten sonra anladık. Birkaç gün kaya çalıştıktan sonra başlamayı düşündüğümüz faaliyetimize tam bu noktada, XI + dergisindeki guide’daki ismiyle 33 numaralı, 240 metrelik Alman Rotasını çıkmaya karar vererek değişik bir yön verdik. Gerek çataldaki kampımızdan dürbün ile rotayı izleyerek gerekse rotayı daha önce denemiş, hakkında bir fikre sahip olan ve o an Cimbar’da olan Recep abiden aldığımız bilgi ve destekle tırmanışa hazırlandık.
Kendi gözlemlerimizden başka, çatlak hakkında edinebildiğimiz kısıtlı veriler; yüksekliğinin 240 m olduğu, çok çürük bir yapısının olduğu, daha önce deneyenlerin rotayı zor olmasından değil de taş düşme riskinden ötürü tamamla(ya)madığı, kilit noktalarda birbirinden epeyce uzak aralıklarla çakılmış boltların bulunduğu, rotanın kilidinin çatlağın hemen sağındaki mağaradan sonra tırmanılan, balkona kadar olan kısım ve balkondan sonra çok az negatifleşen pasaj olduğu, kilitlerin VII-‘yi zorladığı vs. gibi pek iç açıcı ve kesin olmayan bilgilerdi.
Tırmanıştan bir gün önce, hazırlık amacıyla VII+’ya kadar birkaç rota denedik ve kendimizi henüz yormamışken rotaya girmeye karar verdik. 2 temmuz sabahı saat 9:25 gibi yanımızda getirdiğimiz tüm teknik malzemelerle, öncelikle rotanın yarısında olan mağaraya gidebilmeyi hedefleyerek tırmanışa başladık. 7 dakika kadar tırmanıp rotanın dibine vardık. Rotanın altındaki büyük ağaçla mağarayı kerteriz alarak birinci ip boyunu rahatça yükseldik ve diğerlerine nispeten daha büyük olan ağacın dibine ilk istasyonu kurduk.
Rotanın bundan sonra mağaraya kadar olan kısmında kaya yapısı o kadar çürük ki yanlışlıkla dokunulan her taş can alma pahasına kopup, ürkütücü bir vınlamayla rotanın dibinde patlıyordu. Zorluk olarak da V+’ları zorlayan 2 ip boyunu daha yükselip mağaraya vardığımızda kendimizi henüz yormamıştık. İlk hedefimize ulaşmış olmayı, vaktiyle bir kartalın yuva olarak kullandığı mağarada şatafatlı bir şekilde kutladık ve böylesine iyi dizayn edilmiş bir istasyon bulmuşken 20 dakikalık vakti dinlenerek geçirdik.
Mağaraya kadar geçtiğimiz bölümün bizi teşvik eder gibi zorlamamasından mıdır bilmem kendimizi iyi hissetmemizden mi, birbirimize “tamam mı, devam mı?” diye sormaya gerek dahi duymadan artık hat safhaya ulaşmış motivasyonumuzun bizi tetiklemesiyle yeniden yükselmeye koyulduk. Halbuki rotanın buraya kadar olan bölümü, habire kopup duran tutamaklar ve düşen taşlardan ötürü başımızın belada olduğunu hissettirmeye kafiydi ancak adrenalin yükselmişti bir kere ve heyecanın dayanılmaz çekiciliği kendimizi kapıp koyvermemize neden olmuştu. Rotanın devamı hakkında bir fikir yürütemiyorduk fakat çürük yapılı bölgeyi atlattığımızı düşünüyorduk.
Mağaradan sonraki 30m’lik bölümde Murat’ın yaptığı 2 düşüşten sonra tahmini VII’lik kilidi aşarak ip sonundaki üç sikkeli istasyona varmasıyla rotanın asıl yüzünü görmüş olduk.
Rotanın bundan sonraki bölümü görebildiğimiz kadarıyla çatlağı sağdan dik kesen balkonun ve balkondan sonra başlayan hafif negatif pasajın geçilmesini gerektiriyordu. Zorluk olarak bir önceki ip boyundan hiç de aşağı kalır yanı yoktu ancak malzeme yerleştirmek imkansız denebilecek kadar zordu. Ne yapabileceğimizi kara kara düşünürken gözümüze ilişen çatlağın sol yüzünde birbirinden epeyce uzak aralıklarla çakılmış üç bolt az da olsa rahatlamamıza yetti. Çatlağın uygunsuz yapısından ötürü oldukça yaratıcı çatlak tırmanma teknikleriyle kıçımızı, başımızı, yumruğumuzu, dirseğimizi vs. stoper vari kullanarak tırmanmaya koyulduk. Yeri geldiğinde iyice sıkılmış bir yumruk yahut çatlağın şeklini almış bir bacak bize friend, takoz hesabı yardımcı oldu. Murat’ı bilmiyorum ama bu bölüm bittiğinde laktik asitten davul gibi şişen kollarım, bu çatlağı tırmanabilecek kondisyonumun olmadığını ispatlarcasına üst üste gelen zorlu pasajlara ve Murat’ın rotayı temizlerken başımın üstünden uçurduğu taşlara tuz-biber misali katkıda bulunuyordu.
Yaklaşık 35m’lik ve tahmini VI+ zorluktaki sondan bir önceki ip boyu, daha yukarısı görünmese de biliyorduk ki son zorlu bölümdü. Rotanın başından sonuna kadar sırtımızdan ve tepemizden bizi kavuran güneş ve biten suyumuza inat devam edecek gücü bulduk. Bu ip boyu da bittiğinde tek dileğimiz gökyüzünün maviliğine doğru son ip boyunun kolay olmasıydı.
40m uzunluğundaki bu bölümün pozitif olması ve free tırmanışa elverişli olması sayesinde hızla yükseldik ve adına Arpalık Düzlüğü denen yeşillik alana saat 17:05’de çıktık. Tırmanışımızı dilimiz damağımıza yapışık vaziyette kutladık ve düşebilecek taşların riskini daha fazla almak istemediğimiz için arkadan Cimbar kanyonuna inebileceğimiz bir yol arayarak inişe geçtik. Kampa döndüğümüzde saat 18:00 olmuştu. Tırmanışı başarmanın heyecanıyla ve çiziklerle dolan kol ve bacaklarımızın sızısıyla yediğimiz yemekten sonra bira aramak için Demirkazık Köyüne doğru yola çıktık. Günün en güzel olayı, tırmanıştan bahsetmek üzere aradığım kulüp arkadaşım Ahmet Emre’nin “nerdesiniz?” sorusuna “Cimbar’dayız” demem ve Ahmet Emre’nin Cimbar ismini “Cim Bar” anlaması ve “yahu siz her gün içip içip dans mı ediyosunuz?” lafıydı..
Şimdi, rota üzerinde tek bir fotoğrafımızın olmayışına üzülmekten başka elimizden ne gelir. Oysa rota üzerindeyken aşağıda Fransız rotalarında çalışan Hüseyin abiye seslenseymişiz, meğer sesimizi duyabilecekmiş. Halbuki çadırda tripotun üzerine kurulu vaziyette fotoğraf makinesini bırakıp gitmiştik, bakarsın biri çeker diye.
Rota hakkında:
Bu rotayı tırmanmak keyifli ve boşluk hissinden ötürü yüksek dozda adrenalin içerse de çürük yapısından ötürü tehlike her an her yerde kol geziyor dolayısı ile “Pür Dikkat” kuralına uymadan kimseye tavsiye etmiyoruz.
Rotayı elimizden geldiğince temizledik.
03.07.2003:
Daha önceleri de çok uzun süreli ve çok yorucu faaliyetler yapmıştık ama böylesine yorulduğumuz vaki değildi. İkimiz de 7,5 saat duvarın üzerinde kalmaktan o kadar yorulmuştuk ki tüm gün resmen sürünerek dolaştık. Dinlenme günümüz olmasına rağmen boş duranı Allah sevmez diye Fransız rotalarından VII+ dereceli olanı tekrar deneyelim dedik ama dedim ya görülmemiş böylesi bir yorgunluk. Biraz çırpındıktan sonra vazgeçtik ve tüm günü Eskişehirli arkadaşlarla muhabbet ederek geçirdik.
04.07.2003:
Kampı toplayıp 10:30 gibi Demirkazık Mevsimlik Göl kampına doğru yola çıktık. Yükümüz hafiflesin diye her yemekte konservelere yüklenmiştik fakat çanta hafifleyeceğine toplamda 2 kilo kadar da artmıştı. 36 kilo bende 36,5 Murat’ da olmak üzere Cimbar’ dan yukarı çıkmaya başladık. Ben neyse de Murat ağırlığının yarısından fazla olan çantaya daha fazla dayanamayıp yükte ağır pahada hafif malzemelerini yarı yolda saklayıp ertesi gün almak üzere bıraktı. Aslında mantıklı bir fikir olmasına rağmen 5 saatlik yolu dönmek daha zor geldiği için ben hamallığı yeğledim. 3 saat sonra Teke Pınarına ancak varabildik. Gözenin soğuk suyu bizi resmen güneşin altında erimekten kurtardı. Yarım saat kadar dinlendikten sonra 1,5 saatlik, enerjimizin son zerrelerini de alıp götüren yürüyüşten sonra kamp yerimize vardık. Mevsimlik göl bizi yarısı buz ve kar diğer yarısı da kayayla çevrili haliyle karşıladı. Muhteşem manzara karşısında donup kaldık. Birkaç gün öncesinden yaptığımız yüzme planları, suyun sıcaklığını, daha doğrusu soğukluğunu anlayınca yattı. Çadırımızı gölün kenarına, doğu duvarının karşısına kurduk. Uzunca bir süre doğu duvarını dürbünle inceledik. Kamp yerinden bakınca duvar hakkında detaylı bir gözlem yapmanın mümkün olmayacağına karar verip ertesi gün duvarın dibine kadar gidip oradan incelemenin daha akıllıca olacağını düşündük.
05.07.2003:
Sabah 7:30 da uyandığımda Murat hala uyuyordu. Ben de Demirkazık doğu duvarının büyüsüne daha fazla dayanamayıp dibinden nasıl gözüktüğüne bakmak için 40 dakika kadar tırmandım. Büyüklüğünden midir bilmem, doğu duvarı yakından bakınca ne kitapta anlatıldığı gibi duruyor ne de aşağıdan gözüktüğü gibi… Bir an kendimi duvarın üzerinde bir yerde düşündüm de nasıl görüneceğimi hayal bile edemedim. Duvarın büyüklüğü karşısında iki insanoğlunun ne kadar zavallı, ne kadar çaresiz kalacağını tahmin etmek zor değil aslında. Ama bu o zorluğun aşılmasına engel değildi tabi ve zor ve tehlikeli olacak olsa da doğu duvarını çıkmak şüphesiz keyifli olacaktı. Uzun bir süre sağa ve sola tırmanarak Aladağlar kitabından öğrendiğimiz rotanın duvarın üstünde nerelerden geçiyor olduğunu anlamaya çalıştım. Benim aşağıdan görebildiğim kadarıyla duvarın görünen yarısı kitapta anlatıldığı gibi zor fakat keyifle tırmanılacak gibiydi. Edinebildiğim verileri aklımın bir köşesine not edip kamp alanına döndüm. Yeni bilgileri, tam karşımızdaki duvarı ve kitabı karşılaştırıp çıkacağımız rotayı kendimiz belirledik ve ertesi gün çıkmaya karar verdik.
Kahvaltıdan sonra Demirkazık’ın kuzey sırtını, kuzey duvarını ve kuzey-batı sırtını incelemek üzere küçük bir trekking yaptık. Kuzey sırtı uzun ve çok zahmetli olduğu için zaten planlarımızda yer almıyordu. Kuzey duvarı görünüş itibariyle doğu duvarından daha kolay ancak kaya yapısı çürük ve duvarda hala kar ve buzlar eriyip aşağıya akıyor, dolayısıyla da tırmanışı imkansızlaştırıyordu. Kuzey duvarını fırsat bulursak eylül ayında tırmanmak istiyoruz. Kuzey-batı sırtına gelince, aslında planımız önce kuzey-batı sırtı sonra da doğu duvarıydı ama sırtın bizi yoracağına karar verip önce doğu duvarını çıkmayı kararlaştırdık. Küçük Demirkazık’ın sırtlarından birkaç fotoğraf aldık. Ben kampa dönerken Murat yolda bıraktığı malzemeleri almak üzere Cimbar’a döndü. Akşam oluncaya kadar kamp alnında yalnız kaldım ve bu muhteşem manzaranın tam ortasında yalnız olmanın doyumsuz keyfini çıkardım.
Aşağı kampa Recep ağabeyler gelmişler, Murat kampa dönünce yanlarına gittik ve duvar hakkında bildikleri her şeyi öğrenebilmek için aklımıza takılan her şeyi sorup uzun süre birlikte dürbünle duvarı izledik. Son tüyolardan ve aldığımız destekten sonra Demirkazık çıkışı kaçınılmaz oldu.
Akşam saatlerinde kampa iki arkadaş geldi. Federasyon kampından sonra guruptan ayrılmışlar ve bir günlüğüne Mevsimlik Göl kampına kadar gelmişler. Gaziantep’ den Halil ve Mersin’ den Arzu, Federasyon eğitiminden sonra toplayabildikleri kadar malzemeyi toplayıp keyif çatmaya gelmişler. Sağolsunlar mantıdan patates haşlamasına, garnitürden patlamış mısıra, çaydan kahveye her şeyi üşenmeden pişirdiler ve bizi de davet ettiler. Yağımızla tuzumuz bitmişti lojistik destek oldular, muhabbetimiz bitmişti muhabbet oldular, hasılı ilaç gibi geldiler. Ayaklarına sağlık.
06.07.2003:
Doğu duvarı tırmanışı, Murat kendini kötü hissettiği için yattı. Çadırın Murat’a taraf dış tentesi açık kaldığı için sabaha kadar donmuş. Ben kahvaltımı yaptım ve Murat’a son kez nasıl olduğunu sordum, “olmaz” kesin yanıtını aldıktan sonra 2 saat kadar uğraşıp taşlardan muhteşem bir dolap yaptım. Murat’ın uyanmasıyla ikinci kez kahvaltı yaptık ve Arzu ile Halil’i uğurladıktan sonra saat 10:00 gibi trekking yapmak üzere yola çıktık. Demirkazık kampından sonra Yedigöller’ e yapmayı düşündüğümüz transın rotasının geçtiği Çağalın Geçidinin ağır çantalarımızla geçilebilir olup olmadığına bakmak üzere önce Dipsiz Göle sonra da Çağalın Geçidine tırmandık. Yolun neredeyse tamamının çok dik ve çarşaklı olmasından ötürü Çağalın geçidinden geçilemeyeceğine karar verdik. Dolayısıyla Yedigöller transı da yatmış oldu. Çağalın geçidine kadar çıkmışken boş dönmeyelim diye Yıldız Başı zirvesine çıkmaya karar verdik. Ayaklarımızı yerden kesen rüzgara rağmen zirveye 12:40 gibi çıkmayı başardık. Zirve defterini karaladıktan sonra Demirkazık’ın fotoğraflarını çekip süratli ve heyecanlı çarşak inişi yaptık ve 14:00 gibi kampa dönmüş olduk. Dinlenip ertesi günkü doğu duvarı çıkışına hazır olmak istiyorduk.
07.07.2003:
Kampta bizden başka kimsenin olmayışı, hedefimizin çok zor olduğunun farkında oluşumuz, doğu duvarında meydana gelmiş ve gelebilecek kazalardan haberdar oluşumuz ve uzun süredir yalnız kalıyor olmamız kendi kendimizle bir psikolojik savaşa girmemize neden oldu. Günün büyük bölümünü duvara bakarak ve başımıza gelebilecekleri düşünerek geçirmek kaçınılmaz oluyordu. Bu nedenle tırmanış günü sabahında da psikolojik açıdan tükenmiş ve biraz da sinirlerimiz bozuk uyandık. Kahvaltıdan ve hazırlıklardan sonra saat 07:25 gibi kamptan ayrıldık.
Tüm risklere rağmen içimizdeki dağa olan sevgi ve azim, tüm olumsuz düşüncelerimizi aklımızdan silmemize ve bizi yüreklendirmeye yardımcı oldu. Saat 07:45’ de rotaya girmeye hazır, tam karşısında sabırsızlıkla bekliyorduk. Birbirimizi motive ettikten sonra tırmanışa geçtik. Daha ilk ip boyunda öyle heyecanlanmış, öylesine kaptırmıştık ki kendimizi havanın da güzel olmasıyla birlikte tırmanış tam bir eğlenceye dönüşmüş, yüzlerimiz gülmeye başlamıştı. Rotanın zorlu bölümlerinden biri henüz başlarda olan sola çapraz geçilen bölümdü. İşte tam da bu noktada yaptığımız işten zevk almaya başladık. Neden bilinmez bir süre sonra bir rehavete kapıldık. Bu gevşeklik hali rota üzerindeki bir mağaracıkta rastladığımız kurtarma operasyonu izleriyle yok oldu ve daha temkinli olmamız gerektiğini anladık. Moralimiz bir an bozuldu ancak bunların hepsini tahmin etmiştik ve kazadan da kurtarma operasyonundan da haberimiz vardı. Tırmanmaktan başka yapabilecek bir şey olmadığından biraz daha elimizi çabuk tutarak yükselmeye ve rotanın üçte birlik mesafesinde olduğunu tahmin ettiğimiz mağaraya ve en zorlu bölümü içeren kısma doğru tırmanmaya başladık.
Zaman hızla ilerliyordu ve biz bırakın mağaraya varmayı, mağaranın hemen üstünden başlayıp sağa yukarı çapraz uzanan dev çatlağı dahi göremiyorduk. Ancak neyse ki bu endişeli anlar, mağaraya çıkan ve kitapta zorluğu VI+ olarak gösterilen ip boyuna varmamızla son buldu. Bu demek oluyordu ki bu kısmı geçersek eğer, bundan sonra bizi uzun tırmanış mesafesinden başka zorlayacak şey kalmıyordu. İp boyunu iyi ayarlayamadığımız için rotanın en zor kilidinin tam ortasında, lider tırmanan arkadaşım Murat zor anlar yaşamak zorunda kaldı. İp bitmeden bir türlü kendini emniyetli bir yere atamamıştı. Geri dönüşü mümkün olmadığı için geriye yapılabilecek tek şey kalıyordu o da Murat tırmanırken ben emniyetten çıkıp ipe ek yapacaktım. Yanımızdaki 3-4 metrelik yardımcı iple yaptığım ilk ek de yeterli olmayınca ikinci kez, ama bu defa perlonla ek yapmam gerekti. Zor ve tehlikeli bir 45 dakika ardından nihayet ikimizde emniyetteydik ve kilidi aşmıştık. İran’lı dağcıların çaktığı söylenen boltlara henüz hiçbir kilitte rastlayamamıştık ve eğer bir şeyler yapmışlarsa bu ancak bazı yerlerde rastladığımız teneke sikkeler olabilirdi.
Saat 11:00 gibi vardığımız içi kar dolu mağarada geçirdiğimiz kısa bir dinlenme molasından sonra tam üstümüzde olması gereken büyük çatlağın nerede olduğunu, rotaya nereden devam etmemiz gerektiğini anlamak için bize en mantıklı gelen yerden yükselmeye koyulduk. Kısa bir süre sonra nihayet çatlağın neresinde olduğumuzu anladık ve planladığımız gibi çatlağın tam altından sağa yaklaşık iki ip boyu kadar geçiş yaptık. Buraya kadar bir düzelip bir bozulan psikolojimiz, kahkahalarla gülmemize neden olan görüntüyle karşılaşmamızla birlikte tam anlamıyla düzeldi. Kilit noktalarına bolt çaktıkları söylenen İran’ lı dağcı arkadaşlar bolt filan çakmamışlar ama herkesin yan geçmek zorunda olduğu bir noktaya yanlarında getirdikleri metal bir levhayı iki tane bolt vari sikkeyle kayaya çakmışlar. Tabelada aynen şöyle yazıyor “İslamic Republic Of İran” altında “Kermanshah” onun altında da solda “Avust” sağda “97”.. Neden bilmem çok hoşumuza gitti. Aşağısından zeminin görünebileceği kadar dik geçitten biz de geçtik ve levhayı çaktıkları sikkeleri biz de kullandık. Oradan geçen herkes gibi biz de levhaya adımızı ve tarihi kazıyıp ilerlemeye devam ettik. Sağa doğru yere paralel bir ip boyundan sonra büyük çatlakla yukarıda bir yerde birleşecek olan düşey çatlağı takip etmeye başladık. Buradan sonraki kısımda kaya yapısının çok çürük olacağını anladıktan sonra kopan taşlara daha fazla dikkat ederek bir türlü bitmeyen çatlağı hızla tırmanmaya koyulduk. Akadan gelen ben olduğum için başımın üstünden birer onar, çıkardıkları müthiş vınlamalarıyla birlikte düşen taşlara aldırmadan devam ettim.
Tam yolun yarısına geldiğimizi düşünürken patlayan hava, durmadan esen rüzgar, bizi içinde kaybeden bulutlar tırmanışı çekilmez hale getirdi. Soğuktan üşüyen eller, habire terimizi soğutan rüzgar, hafiften çiseleyen yağmur ve yer yer rastladığımız kar kitleleri kış tırmanışı yapıyormuşuz havasına soktu bizi. Rotanın bu kısmı kolay olduğu için hızla yükseliyorduk ancak uzun süre tırmanmamıza rağmen içinde bulunduğumuz çatlak bir türlü bitmiyordu. Akşam yaklaşıyordu ve biz henüz rotanın neresinde olduğumuzu anlayamamıştık. Islanan ellerimize çarpıp duran rüzgarın hissizleştirdiği parmaklarımıza ve saatlerdir ayaklarımıza işkence uygulayan tırmanma ayakkabılarının zulmüne rağmen ilerledik. Tam da bu sırada üzerime yağmur gibi inen taşlardan yumruk büyüklüğünde bir tanesi omzuma çarpıp aşağıya gitti. Omzumu sıyırdığı için sanırım, fazla bir sorun yaratmadı. Bir süre sonra bulutların içinde kaybolduk ve telsizimizi kapatmak zorunda kaldık. Arada bir 50 metre kadar açılan arayla birlikte birbirimizden habersiz kalmamıza neden olduysa da artık zirveye yaklaşmış olduğumuzu tahmin edebiliyorduk. Soğuktan korunmak için üzerimize kalın bir şeyler giyip zorlu tırmanışa devam ettik. Murat’ın zirveyi gördüm demesiyle birlikte bir an olsun heyecanlandık Ancak buraya varmamızla birlikte zirvenin çok uzaklarda olduğunu anlamamız bir oldu. Her defasında bozulan moralimizi birbirimizi motive ederek düzelttiysek de öğlenden sonra güneş almayan doğu duvarının soğuğu ve içinde bir kaybolup bir çıktığımız bulutlar sorun yaratmaya devam ediyordu. Gitgide bizden uzaklaşıyormuş gibi görünen zirveyi artık tırmanış zorluğu olmadığı için hızla kovalıyorduk. Her zirve sandığımız noktaya varışımızla zirveye daha çok yolumuzun olduğu görmemiz, artık alt üst olan süre hesaplarını bir kenara bırakmamıza ve plan yapmadan sadece zirveye odaklanarak tırmanmamıza neden oluyordu.
Artık sonuncusu olduğuna zirve taşlarını görünce inandığımız yükseltiyi de tırmanınca tam olarak zirve olmasa da zirvenin 30-40 metre solundan Demirkazık’ın doruğuna ulaştık. İliklerimize işleyen soğuğa rağmen zirveye varmış olmayı ve birbirimizi kutlayıp bulutlardan hiçbir şey göremesek de zirvenin tadını doyasıya çıkardık. Sabah saat 07:45 de başladığımız tırmanış akşam 18:45 de bitmişti ve biz bu 11 saatlik tırmanışı arkadaşlarımızla paylaşmalıydık. Hemen telefona sarıldık ve konuştuğumuz herkese heyecanla anlattık. Son olarak konuştuğumuz danışman hocamız Yıldırım GÜNGÖR’ ün verdiği üzücü haberle sonunda tam anlamıyla düzelen moralimiz yeniden yerle bir oldu. Uğur ULUOCAK’ ı kaybetmiştik. Dönüş yolunda çok çok dikkatli olmaktan başka yapabileceğimiz bir şey olmadığı için bu tırmanışı ona adadık.
Uzun süren dönüş yolculuğunda, güneydoğu sırtından kapa inen çarşak kulvarın buzla kaplı olması, o ana kadar çektiğimiz sıkıntılara ve atlattığımız tehlikelere tuz biber oldu. Ancak 21:05 de kampa varabildik. Sabahtan akşama kadar bir şeyler yememiş olmanın açlığıyla karnımızı doyurduk ve toplam 13 saat süren faaliyetin yorgunluğuyla anında uykuya daldık.
08.07.2003:
Dinlenmekten başka hiçbir şey yapacak halimiz yok. Ayaklarımızdaki ve ellerimizin parmaklarındaki yaraların iyileşmesi uzun süreceğe benzediği için tedavi edip tüm gün uyuduk ve mayolarımızı giyip güneşlendik. Yorgunluktan sonra uyumanın güzelliğini doya doya çıkarttık. Kaybettiğimiz enerjiyi alabilmek için mi bilmem vücudumuz o kadar çok yemek istiyordu ki neredeyse akşama kadar yemek vs. yedik. Yiyecekleri neredeyse tamamen tükettik, dolayısıyla bu kampta daha fazla kalmanın anlamı yok. Köye inip yiyecek bir şeyler almamız lazım.
09.07.2003:
Uymaktansa çıkıp dolaşmak yeğdir diye bir şeyler yapalım dedik. Mevsimlik Gölden Narpuz Vadisine geçilen geçidin doğuya doğru devamı olan sırta tırmanıp keşif yapmak istedik. Çok zor gözükmediği için Murat ayrı yerden, ben ayrı yerden tırmanışa geçtik. Kısa süre sonra hiç de kolay olmadığını anladık ancak zorlu kısmı geçmiştik bir kere. Sırtın üstüne kadar heyecanlı da olsa tırmandık ve sırtın devamının Koca Sarp’ a bağlanacağı tahminimizin tutmadığını anladık. Sırt birdenbire ve 100 metreden fazla bir yükseklikte dimdik bitiyor. Aşağıya iniş ancak iple mümkün olacağı için vazgeçtik ve geldiğimiz yoldan dönmeye karar verdik. Gelirken yaptığımız emniyetsiz tırmanma yanlışını tekrarlamamak için iple iniş yaptık ve kampa döndük. 2 saatlik keyifli kaya tırmanışının yanı sıra kampın çevresini de tanımış olduk.
Planlarımız tek tek iptal oluyor. Demirkazık’ a çıkış zor ve yıpratıcı olduğu için neresinden olursa olsun bir daha çıkmayı göze alamadık. Dolayısıyla kuzey-batı sırtından yapmayı düşündüğümüz ikinci çıkış da yattı.
10.07.2003:
Sabah saat 10:00 gibi toparlanıp mevsimlik göl kampından Sarı Memedler Yurdu’na gitmek üzere ayrıldık. Birkaç fotoğraftan sonra 10:45 de yola çıkıp tam 1 saat 45 dakika sonra Dağ Evine vardık ve sanırım 35 kiloluk çantalarla bu kadar kısa sürede inerek bir rekora imza attık. Dağ Evinde soğuk suyla bahçede duş aldıktan sonra yaklaşık 8 km lik Demirkazık Köyü-Martı Köyü arasını non-stop yürüdük.
Recep İNCE ağabeyin Martı Mahallesinin çıkışında yaptığı eve misafir olduk. Bahçede bir yere kamp kurup yiyecekleri aldıktan sonra Sarı Memedlere doğru yola çıkmayı planladık. Recep ağabeyin yeni yapmakta olduğu kiler inşaatında biz de elimizden geldiğince çalıştık ve akşamki ziyafete ortak olduk. Mangalda tavuk ve bira sefasının bizi ne kadar mutlu ettiğini anlatmaya gerek yok sanırım.
Gece Serdar ağabeye misafir olduk. O da Recep ağabey gibi köyün çıkışına ev yaptırıp artık orada yaşamak istiyor. İnşaatın bir köşesine çadırımızı kurup her zaman olduğu gibi yorgunluktan sızıp kaldık.
11.07.2003:
Erkenden uyanıp Serdar ağabeyin arabasıyla Çamardı’ ya yiyecek almaya gittik. Öğlenden sonra otostopla Cimbar’ a döndük. Murat hevesle Cimbar’ daki Le Grand Vizir rotasını denemek istiyordu. Zor ama anlatılanlara göre çok keyifliymiş. Saatlerce aradık ancak rota hakkında epeyce bilgi toplamamıza rağmen nerede olduğunu bulamadık. Başka birkaç spor rota denedikten sonra otostopla Serdar ağabeylere döndük. Tıka basa yemek yedikten ve muhabbetten sonra ertesi gün erkenden kalkıp Akşam Pınarı kampına doğru yola çıkmak üzere yattık.
12.07.2003:
Çadırın zemininin çok engebeli olmasından ötürü sabah müthiş bir sırt ağrısıyla uyandım. Domates, biber, 15 yumurta, 7 ekmek, yiyecek takviyesi derken önümüzde gitmemiz gereken 15 km lik bir yol ve sırtımızda 38 kiloya varan bir ağırlıkla kalakaldık. Tam Serdar ağabey ben sizi arabayla bırakırım demişti ki Murat köyden bir traktörle çıkageldi. Traktörün sahibi Sarı Memedlere doğru gidiyormuş, gittiği yere kadar bizi de bırakcakmış. Amca bizi 7-8 kilometre götürdükten sonra ormanın yolundan alakasız bir yerde, tarlaların ortasında bıraktı. Sonra nereden gitmemiz gerektiğini koca bir tepenin üstünü işaret ederek tarif edip işine koyuldu.
Zaten sırtımda gezinip duran bir ağrı vardı, o ağrının üstüne tuz-biber misali 38 kiloluk bir de çanta, dizlerde günlerin yorgunluğu ve cayır cayır güneş de eklenince 3 saatlik işkence gibi bir yolculuktan sonra saat 14:00 gibi Akşam Pınarı yüksek kampına vardık. Kampta biz vardığımızda 2 liseli dağcı, 4 kişilik de eski İTÜ’lü grup vardı. O kadar yorulmuş ve dehidre olmuştuk ki yemek dahi yiyemeden uyuyup dinlenmek zorunda kaldık.
13.07.2003:
Sıradaki hedefimiz 150 metrelik Parmakkaya güney yüzü çıkışı. Murat kuzey yüzüne yeni açılan boltlu rotayı denemek niyetindeydi ancak sabah gidip aramasına rağmen rotayı ve boltları göremeden dönüp geldi. Ertesi gün klasik rotadan çıkmayı planlayıp günü enerji depolayarak ve dinlenerek geçirdik.
Akşam saatlerinde İTÜ’lü arkadaşlar faaliyetlerinden döndüler. Gelir gelmez yemek için çadırlara saldırdılar ancak çadıra bırakıp gittikleri ocaklarını ve tencerelerini bulamadıklarını söyleyip bir fikrimiz var mı diye bize sormaya geldiler. Tüm günü onların çadırına 5-10 metre mesafede güneşlenerek geçirdiğimizi söyleyip bir daha aramalarını önerdik. Ama ocağın içinde bulunduğu poşetin olmadığını söyleyip acaba birisi çalmış olabilir mi diye bize sordular. Ancak o gün kampa kimse uğramamıştı. Sonra nasıl olduysa birisinin aklına kampın çevresini aramak fikri geldi ve kısa süre sonra malzemelerin içinde olduğu torbayı kampa 30 metre kadar uzaklıkta buldu. Ancak tencereler hala ortalıkta yoktu. Biraz daha aradıktan sonra onları da biraz daha uzakta poşeti parçalanmış olarak bulduk ve işin aslı ortaya çıkmış oldu. Kampın biraz aşağısındaki koyun sürüsünün köpeği çadırı yoklamış ve dış tentenin altında duran torbaları almış, işine yarayacak bir şey bulamayınca bırakıp gitmişti. Kısa sürse de biraz eğlendikten sonra çoban amcanın tabiriyle “Değenek Kaya” tırmanışı için erkenden uyuduk.
14.07.2003:
Sabah güya erken kalkacaktık ancak yine olmadı. Parmakkaya tırmanışının daha önce yaptığımız tırmanışlara nazaran daha kolay olmasından ötürü sanırım, biraz kaygısız davrandık ve saat 09:00 da ancak hazırlanıp yola çıkabildik. Hedef 150 metrelik Parmakkaya güney yüzü (klasik rota) çıkışı. Kamptan ayrıldıktan tam bir saat kadar sonra Parmakkaya’nın güney dibine varabildik. Sabah erkenden terli terli güney gölgesinin soğuğuna girdiğimizde günün ilk hatasını yaptığımızı anladık. Dondurucu geçen son hazırlık faslından sonra 10:30’ da rotaya başladık. Neden bilmem, heyecansız ve keyifsiz bir şekilde başladık tırmanışa. Daha rotanın ilk metrelerinde rastladığımız sikke çöplüğü moralimizin bozulmasına neden oldu. Rotayı nereden izlememiz gerektiğini, çok sık ve çoğu yerde gerçekten gereksiz yere çakılmış olan sikkeler zaten gösteriyordu. Keşif hissinden ve heyecanından tamamen mahrum kalarak çaresiz tırmandık. Oysa Parmakkaya her Türk dağcısı gibi kendine has karizmasıyla bizim de gönlümüzde taht kurmuştu. Ancak rastladığımız çöplük, muhteşem geçebilecek bu tırmanışın bütün heyecanını silip süpürmüştü. Rotanın sonlarına doğru geçilen balkonumsu yapısından ötürü boşluk hissi hat safhada olan bölüm haricinde, çok rahat geçen 2 saat 20 dakikalık tırmanıştan sonra Parmakkaya’nın bıçak gibi keskin sırtına ulaştık. Zirvenin ve güneşin tadını doyasıya çıkararak dinlenirken zirve defterini karalama hevesimiz yanımızda getirdiğimiz kalemin inatla yazmamasından dolayı işkenceye dönüştü. Kalem üzerinde yaptığımız küçük bir operasyondan sonra iyi kötü bir şeyler karalayabildik. 1,5 saatlik zirve keyfinden ve bir türlü çekmeyen telefonun keyifsizliğinden sonra boltlu olduğunu bildiğimiz kuzey yüzünden inmeye karar verdik. Nasıl olursa olsun kuzey yüzünün güneydeki sikke çöplüğünden daha güzel olacağı kesindi. Sırtın kuzey tarafına heyecanlı bir geçiş yaptık ve kuzey çıkışının son istasyonunu bulduk. Saat 14:10 gibi inişe geçtik. 10 metre kadar aşağıdaki ilk istasyon ve bundan 35 metre sonraki ikincisi inişin kolay olacağını gösteriyordu. Ancak sonraki bölümler işimizin hiç de kolay olmayacağını yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştı. Tamam Fransızların açtığı rotalarda boltlar genelde birbirinden uzak olur ama bazı yerlerde 7-8 metre açılan bolt araları inişi neredeyse imkansızlaştırıyordu. Öncü inen ben olduğum için bir yerden sonra resmen bolt avlamaya başladım. Zira boltların nerede olduğunu bilmeden rotanın, dolayısıyla da bir sonraki istasyonun nerede olduğunu bilmek imkansız. Kimi zaman görüş mesafesinde hiçbir bolt göremeyince ipe kendimi sabitleyip duvar üstünde bir sağa bir sola gitmek durumunda kaldım. Onlarca metre yükseklikte, dimdik duvarın üzerindeki çırpınışlarımız kimi zaman adrenalini, kimi zaman da heyecanı hat safhaya yükseltti. İnerken tırmanırkenden daha fazla efor sarf ettiğimizi söylersem yanlış olmaz sanırım. Kimi pasajlarda nasıl çıkıldığına aklımız şaşarak yaklaşık 3 saat sonra aşağıya inebildik. Topladığım verileri, bolt ve istasyon sayısını, tahmini istasyonlar arası mesafeyi ve yine tahmini toplam yüksekliği inerken telefonuma kaydettim. Tüm bu verilere dayanarak Parmakkaya kuzey çıkışının bize çok uzak olduğuna karar verdik. Samimiyetle söyleyebilirim ki her Türk dağcısının, spor tırmanıcısının hayallerinin güzel bir bölümünü süsleyebilecek güzellikte, kalitede ve modernlikte bir rota. Bence herkesin nihai hedeflerinden biri olabilecek, fevkalade hazırlanmış zorlu, tam 8 istasyon ve 39 ara bolttan oluşan tahmini 260 metrelik süper bir tırmanış keyfi… Tek kusuru, alışkın olmayanlar için (ki sanırım bu hemen hemen tüm Türk tırmanıcılarını kapsıyor) bolt aralarının fazla açık olması ve başından sonuna dek baş döndüren boşluk hissinin sırf bu nedenle sorun yaratması. Çıkmasak da indiğimiz bu rotadan aldığımız keyif, nihayetinde akşam 18:00 gibi kampa döndüğümüzde fotoğraf çekmeleri için tembihlediğimiz kamptaki İTÜ’lü arkadaşların tek bir kare bile çekmediklerini söylemeleriyle hezeyana dönüştü. Kaderimize razı olup enerjik bir akşam yemeğinden sonra İTÜ’lü Kübra, Emre ve Haluk’la kahve eşliğinde muhabbete koyulduk.
15.07.2003:
İTÜ’lü arkadaşların da gitmesiyle Akşam Pınarı kampında çoban amcayla ve koyunlarıyla baş başa kaldık. Artık sıkılmaktan da sıkılır olmuştuk. Gün boyu güneş öyle bir yakıp kavuruyordu ki ortalığı, değil bizim, koyunların bile kalkıp dolaşacak hali kalmıyordu.onlar da bizim gibi akşam oluncaya kadar bir gölge bulup yatıyordular. Akşam olunca da hava öyle bir soğuyordu ki çadıra girip uyumaktan başka çaremiz kalmıyordu. Arkadaşımız Bener meğer çok haklıymış, 10 günlük kamp yeter de fazla bile. Sonrasında insan gerçekten sıkılıyor. Ertesi gün kulüpten arkadaşların gelecek olmasıyla avunup vakit geçirmek için ne bulduysak değerlendirdik.
Kampa yakın boulder yapabileceğimiz büyük bir kaya keşfettim. Uyuyup güneşlenmekten farklı olarak antrenman da yapabildik neyse ki…
Rapor: Akif ÖZTÜRK